27 Aralık 2016 Salı

Müptezeller, Emrah Serbes


Müptezeller, Emrah Serbes
İletişim Yayınları
163 sayfa
Birinci Basım: 2016
Beğeni Puanı: 3


"Her şeyi acıyla öğrendiyseniz mutluluktan da içiniz sızlar." (s. 158)





Müptezel, TDK Güncel Türkçe sözlükte aşağıdaki açıklamalarla yer alıyor:

1. Saygınlığını yitirmiş

2. Çokluğundan dolayı değerini yitiren, değersiz

Her iki anlamıyla da müptezellere romanda rastlamak mümkün. Başta kitabın baş kahramanı Bakır Arslan, Arslan'ın arkadaşları İsmail, Karabüklü, birahane müdavimleri, alkolikler, berduşlar yoksullukları ve kaybetme hikayeleriyle romanda karşımıza çıkıyor. Güzel şeyler olacağına inanıyoruz ama kendi hayatımızda da olduğu gibi mucizeler bir türlü gerçekleşmiyor. Her şey kötü gidiyor, üst üste geliyor. 
Bakır'ın yirmili yaşlarının başından ortasına kadar geçen yaşamına tanık oluyoruz. Bakır sürekli kaybedenler arasında. Bir yandan da bir türlü bir yere ait olamama hali. Gündelik yaşıyor. Ne bulursa içiyor, sigara, ot, bira, şarap, hap, çakmak gazı... Çünkü hayata ayık kafayla tahammül edebilecek bir hali yok. Bir yandan da yazar olmak istiyor. Yayınevlerine gönderiyor yazdıklarını ama en umutsuz olduğu anlardan birinde bile gelen mailde bir mucize gerçekleşmiyor. O kadar zamanını ayırıp yazdığı şeyler kimse tarafından beğenilmiyor. Bakır hızlı yaşıyor, ama bu hız yaşlı yan komşusu için endişelenmekten onu alıkoyacak bir hız değil. Biliyor ki yokuştan düşen amca Sisifos kadar güçlü değil. Sisifos her zaman yeniden başlayacak güce sahip. Yaşlı amca öyle değil bunu düşünüp harekete geçiyor Bakır da.
Bakır'ın hikayesinde hapishane de var, tımarhane de. Kitabın sonunda özgür olduğunu görüyoruz ama bu özgürlük öyle bir şey ki onunla ne yapacağını bilemiyor.
Bir solukta okunabilecek bir kitap. Sanki Bakır ile bir barda karşılıklı otururuyorsunuz. Bol küfürlü konuşuyor, anlattıkça anlatıyor. Teselli etmeye nereden başlanır bilemiyoruz. Bir şeyler söylemek lazım bu gencecik çocuğa, onun için bir şeyler yapmak lazım. İçten bir şey olmalı bu, öylesine yapılmış bir şey değil. Bakır'ı tanıdığım kadarıyla en doğru şey iki bira ısmarlamak ve başka bir şeye aldırmadan onu dinlemek yapılabilecek en doğru şey olurdu sanırım.

Kitabın arka kapağından:

"Üzülme baba," dedim, "alt tarafı bir ev, alt tarafı beton parçası ya. Çalışır ederiz, yine alırız. Ben de çalışırım bundan sonra, söz, alırız bir ev daha." "Ona üzülmüyorum ki ben," dedi babam. "Her ay evin taksitini ödedik de ne oldu. Bak, uçup gitti elimizden balon gibi. Keşke seni ağlatmasaydık çocukken. Keşke sana o akülü arabayı alsaydık."
Güzel olmak isteyen alkolikler, berduşlar, kardeşler… Zembereği boşalmış hayat memat ezberleri, tek gözlü geceler. Yeraltının karın gurultusuna, belalı bir gündüze sarılan cuaralar.
Müptezeller, uğultuların, yoksunluğun ve kaybeden delikanlıların romanı. Lime lime, ufalanarak. Emrah Serbes, kenarların soluğunu, dünyaya katlanamayan, kendine gömülen çocukları haykırarak anlatıyor. Yaz biter, güz biter, hep kış gelir.

Kitaba beğeni puanı olarak 3 verdim. Bunun nedeni de Emrah Serbes'in daha önce okuduğum Deliduman ve Erken Kaybedenler'i daha çok beğenmiştim. Müptezeller'de -bol küfürlü yazmasından mı kaynaklı olarak öyle hissettim bilemiyorum ama- üslubunu özensiz buldum. 


11 Eylül 2015 Cuma

Bazı Kadınlar, Alice Munro


Bazı Kadınlar, Alice Munro
Özgün Adı: Too Much Hapiness 
Çevirmen: Cem Alpan
Can Yayınları
359 sayfa
Üçüncü Basım: Ocak 2014

Kitabın özgün adı Aşırı Mutluluk, aynı zamanda kitapta yer alan son öykü. Bu ad yerine kitaptaki diğer bir öykünün ismiyle,  "Bazı Kadınlar"  olarak basılmış. Bu isimlendirmeyi de başarılı buldum. Kitabı iki cümle ile anlat deseniz Bazı Kadınlar'ı seçerdim. Çünkü Munro, bize yine bazı kadınların öykülerini anlatmış. Kimi hayatımızın kıyısında köşesinde kalan, kimi yanından geçip gittiğimiz, kimi de hayatımızın odağında olan bazı kadınların öykülerini... Ve her şeye rağmen  devam etmeye çalışan kadınlar bunlar...


Kitaptaki ilk öykü olan Boyutlar, yüzümüzü ekşiterek gazeteyi katlatacak herhangi bir üçüncü sayfa haberini çarpıcı bir şekilde görünür kılıyor. Anneleri evde yokken ruh hastası babaları çocuklarını öldürmüş işte, deyip geçmiyoruz. Babanın çocukları neden öldürdüğünü biliyoruz: Annelerinin onları terk etmesinin yol açtığı ıstırap yüzünden çocukların daha fazla acıya maruz kalmamasını sağlamak. Öldürmenin böyle bir mantığı olabilir mi? Doree'nin bir gecede ailesini kaybetmesine, kocasının rahatsızlığıyla yüzleşmesine, hayatının sarsılmasına tanık oluyoruz. Öykü bize insanların dayanması çok zor şeylere nasıl yaşadıklarını hatta daha doğru ifade etmek gerekirse nasıl nefes almayı sürdürebildiklerini anlatıyor. Hiçbir şey umrunda olmadan yaşamak. Böyle bir yaşamda sizi ince çizgiler arasında sürükleyen ne olabilir ki? Ancak, Ölüm ve yaşam arasındaki boyutlarda gidip gelen birinden başka kim sizi sürükleyecek güce sahip olabilir. Doree'nin hayatını kurtarmaya çalıştığı gence verdiği nefes, aynı zamanda Doree'yi de yaşama bağlıyor. 

Öykülerde küçük çocuklara;  genç kızlara da rastlıyoruz. Çocuk Oyunu adlı öykü de, bazı çocukluk sırlarının yetişkinlikte de peşimizi bırakmayan bizleri o geride bıraktığımızı sandığımız çocukluk arkadaşlarımıza bağlayan vicdan azapları olarak hiç unutulmadıklarına tanık oluyoruz.  

Bu kadar çok kadının öyküsünde tabi ki eşler de yer alıyor. Odun'da Roy ve Lea'nın geçirdikleri değişime tanıklık ediyoruz. Küçük bir kazanın bile insanların etraflarına yeniden bakmalarını sağladığını görüyoruz. Ormanda düştükten sonra ormana farklı bir gözle bakıp artık onu "Issız Orman," olarak nitelendiren Roy, hem kendi sınırlarını, hem karısı Lea'yı, çok sevdiği işini yeniden düşünüyor. 

Eşlerin yer aldığı diğer bir öykü de Öykü. İlk eşler, ikinci eşler, çocuklar, torunlar, herkes var bu öyküde. Bu kadar kalabalığın arasında yazdığı kitapla Joy'a geçmişi hatırlatan bir kadın ön plana çıkıyor. Joy yıllar sonra anlıyor ki, ayrıldığı kocasından ve birlikte yaşadığı kadından haber almak için kullandığı öğrencisi ona farklı duygularla yaklaşmış. Hayran olduğu öğretmeni tarafından sevildiğini zannetmiş. Ve bir gün tüm bu olanları anladığında kendini kullanılmış hissetmiş. Joy, beklemediği bir zamanda kendi öyküsüyle karşılaşıyor. Yaptıklarımızın başkaları için ne anlama geldiğini, onlara neler hissettirebileceğini gösteren naif bir öykü. 

Yüz, yüzünde doğum lekelesi olan bir çocuğun doğumdan yetişkinliğine olan süreci anlatıyor. Öykü sevdikleri arkadaşlarına benzemek için çocukların neler yapabileceğini gösteriyor. Bu çabaya rağmen sevilen arkadaşın bu çabayı görmemesi, anlayamaması ve kendiyle yüzleşmesi moral bozucu oluyor. Çocuk, kendisinden nefret eden bir baba, onu her zaman koruyup kollayan bir anneyle büyüyor.  Çocuğun birlikte oynadığı arkadaşı Nancy, ona benzemek için yüzünü kırmızıya boyuyor.  Bu beklenmeyen bir yüzleşme. Çocuk, kendisi de böyle mi görünüyor diye endişeleniyor. Bu kadar da kötü olamaz. Kabullenemiyor. Bunları kötü bir şaka olarak görüyor. Nancy'nin yüzündeki boya çıkarılıyor. Nancy kararlı, kalıcı bir iz olması için jiletle kesiyor. Bundan çocuğun haberi yok.  Annesi, bunu oğluna ancak yıllar sonra açıklayabiliyor. Birini sevmenin, ona benzemek istemenin bedeli bu kadar büyük olmamalı. 

Kitabın Türkçe çevirisine ismini veren öykü Bazı Kadınlar'da, yaşlı bir kadın, on üç yaşındayken çalıştığı bir yaz tatilini anlatıyor.  Bir kız çocuğunun gözünden kadın - erkek ilişkilerini, yetişkinlerin yaptığı tercihleri dinliyoruz. Oldukça eğlenceli bir uslüpla anlatılan karakterler adeta gözümüzün önüne geliyor. 


Kitaptaki son öykü aynı zamanda kitaba adını da veren öykü Aşırı Mutluluk, gerçek yaşamdan alınmış. Munro'nun bu öyküye ayrı bir önem atfettiği ortada. Uzun zaman boyunca öykünün kahramanı matematikçi Sofya'nın hayatını araştırmış. Kendine has diliyle de öyküleştirmiş. Kitapta ünlü isimlere rastlıyorsunuz. Bu öyküyü okumadan önce gerçek bir öykü olduğunu bilmiyordum. Okurken rastladığım isimlerden sonra ve Sofya'nın üzerine yaptığım araştırmadan sonra gerçek olduğunu öğrendim. (İlk büyük kadın Matematikçi olarak tanınan, analiz, diferansiyel denklemler üzerine önemli çalışmaları bulunan pek çok ödül sahibi bu ünlü matematikçiyi Munro öyküsüyle tanımak da ilginç oldu. Sofya Kovalevskaya hakkında daha fazla bilgi almak için buraya bakabilirsiniz. ) Ancak bunların yanı sıra bana gerçek olduğunu düşündürten diğer öykülere nazaran daha karışık olmasıydı. Benim tanıdığım Munro'nun kararkterleri bu kadar da hareketli kişiler olamazdı. Sürekli o şehirden bu şehire giden karakterler, anneleri, babaları, çocukları. Her birinin ayrı ayrı yaşadığı maceralar, sıkıntılar. Herhangi bir Munro öyküsüne nazaran çok daha karmaşıktı. Öyküyü Munro öyküsü yapan bence Sofya'nın Aşırı Mutluluğu'na yapılan vurguydu.

Bu öykülerin yanı sıra kitapta tadı damağınızda kalacak başka öyküler de yer alıyor. Onlar da sürpriz olsun. :)

Kitaptan alıntılar:

  • "Bir erkeğin odayı terk ettİğinde, o odadaki her şeyi geride bıraktığını asla unutma," demişti ona, arkadaşı Marie Mendelson. "Bir kadınsa, odadan dışarı çıktığında, o odada olmuş her şeyini beraberinde götürür."
  • Onun bu söylevi, o geniş yüzünün doğruculuk ve onaylamayla ışıldaması, o spastik hareketleri, belki de kızların uyarısında bir doğruluk payı olduğu yönünde içime kuşku düşürmüş, karanlık şüphelerin uyanmasına neden olmuştu.
  • Yüzünde bir gülümsemeyle oturuyordu, sanki orada olmaktan ne kadar memnun, kendini ne kadar ayrıcalıklı hissettiğini söylemek ister gibi, ya da bu hayatın ondan beklediklerini vermeye son derece istekli ve hazırdı olmasına, ama ne olduğunu anlasaydı önce...
  • Babamın düşmanlığına gelince, evde öyle bir geniş alanı kapsıyordu ki, bir tek bana yöneldiğini hiçbir zaman hissetmedim.
  • Şimdilerde işler çok değişti, zira benim durumumdaki bir çocuğun başına gelebilecek tehlike, alaylara maruz kalıp yalıtılmak değil, aşırı kaygı ve sahte duygudaşlık gösterileri olacaktır. Ya da bana öyle geliyor. O zamanki yaşam biçimi, canlılığını, espri anlayışını ve folklorunu, annemin de farkında olduğu gibi, büyük oranda katıksız kötü niyete borçluydu.
  • Kafam bu tip renkli bilgi kırıntılarıyla dolu bir kirli çıkıydı.
  • (Bu hikayeyi, sanki Warner Brothers film şirketi tarafından keşfedilmişçesine anlatıyor gibi gelirdi bana.)
  • ... Hayatta büyük işler başarmadan da mutlu olmak pekala mümkündü. Seçebileceğin, seni çalışmaktan bitap düşürmeyecek bir dolu meşgale vardı.




10 Eylül 2015 Perşembe

Eve Dönmenin Yolları - Alejandro Zambra


Eve Dönmenin Yolları, Alejandro Zambra
Orjinal Adı: Formas de volver a casa
Çeviren: Çiğdem Öztürk
Notos Kitap
146 sayfa
İkinci Basım: Haziran 2015
Beğeni Puanı: 4








Kitaptan alıntılar: 

  • Ya da belki kitapla uğraşmak hoşuma gidiyor. Yazmış olmaktansa yazıyor olmayı tercih ediyorum. Orada kalmayı, o zaman içinde yaşamayı, o yıllarda var olmayı, muğlak görüntüleri uzun uzun takip etmeyi ve özenle gözden geçirmeyi tercih ediyorum. Onlara kötü gözle bakmak ama bakmak. Orada kalmak, izleyerek. 
  • O öğretmenlerin bizi coşturmayı değil, caydırmayı bizi kitaplardan sonsuza dek uzaklaştırmayı istediğine eminim. Okuma zevki üzerine konuşmak için nefes tüketmiyorlardı, belki de bu zevki kaybettiklerinden ya da gerçekte hiçbir zaman böyle bir hisse sahip olmadıklarından. İyi öğretmenler olduklarına inanılıyordu ama o zamanlarda iyi olmak için ders kitaplarında yazanlardan biraz fazlasını bilmek yeterliydi. 
  • Yazarkenki halin hoşuma gidiyor. Yazmak sana iyi geliyor, seni koruyor.
  • Okumak yüzünü kapamaktır, diye düşündüm. Okumak yüzünü kapamaktır. Yazmaksa yüzünü göstermek. 
  • Günlerdir soğuk algınlığımdan yorgan döşek yatıyorum. Hastalığın üstesinden yüksek dozda televizyonla gelmeye çalışıyorum. 
  • Üniversiteyi bitirdikten sonra da türlü çeşit işte çalışmayı sürdürdüm, çünkü edebiyat okudum, sonunda türlü çeşit işte çalışmaya mahkum olanların okuduğu bölüm.
  • Hikayesini sanki acı vermiyormuş gibi anlatmayı öğrenmek. Bu, Claudia için büyümek demekti: hikayesini eksiksiz, dobra dobra anlatmayı öğrenmek. 

2 Şubat 2015 Pazartesi

Anlatılamayacak kadar tuhaf ve tedirgin edici: Zeplin

Zeplin, Karin Tidbeck
Orjinal Adı: Jagannath
Aylak Kitap
151 sayfa
1. Baskı: Haziran 2014
Beğeni Puanı: 4


Ursula K. Le Guin'in kitabın kapağında yer alan "Anlatılamayacak kadar tuhaf ve tedirgin edici." yorumu dikkatimi çekiyor.  Tedirgin edici olmak tuhaf olmaktan çok daha zor diye düşünüyorum. Ne de olsa tüm tuhaflıklar tedirgin etmiyor. Tidbeck başarılı bir şekilde ikisini dengede tutmuş. Sadece iki öyküsü anlatılmayacak kadar tuhaf değil: Ove Lindstörm İçin Bazı Mektuplar ve Brita'nın Tatil Köyü. 
Brita'nın Tatil Köyü'nde tüm yaptığını "Birkaç ergenlik anısı yazıp bunları kendimin biraz daha büyük ve cesur modeli haline dönüştürüyorum; bu sadece ağır ve sıkıcı bir iş." olarak nitelendirip bilimkurgu öykü yazmayı deneyen yazarın sancılı yazma sürecini anlatıyor. Anlattıklarının bir kısmı rüya olduğu için anlatılabilecek tuhaflıklar kapsamında değerlendirilebilinir. 

Öykülerin bir kısmı da tuhaf ama "gerçek hayatta" başımıza gelenlerden pek farklı değil. Bu nedenle tuhaf karşılansa bu duygularn bizde de karşılıkları olduğu için rahatlıkla kavrayabiliyoruz. Beatrice öyküsünde Doktor Franz Hiller'ın zepline olan duygularını karşılıksız bir aşk hikayesi;  Anna ve buhar makinesinin birlikteliğini de tutkulu bir aşk hikayesi olarak okumak mümkün. Tabi kabul etmeliyiz ki oldukça tuhaf ama tedirgin edici değil.

Ayaklarının dibinde alet çantasıyla oturan Rebecka ise oldukça tedirgin edici. Yine başarısız bir intihar girişimi hikayesi dinlemeye hazırlanırken yaşadığımız düşük seviyedeki gerilimi bir anda yükseltip bizi afallatıyor. 


Kitapta 13 öykü yer alıyor. Benim en beğendiğim öykü Rengeyiği Dağı. İsveç folklöründe yer alan Vitta ile tanışmak oldukça ilginç geldi. 
Eğer fantastik öykülerden hoşlanıyorsanız bu kitabı mutlaka okuyun. Bu türe aşina değilseniz Zeplin güzel bir başlangıç olabilir, tavsiye ederim. 

12 Ekim 2014 Pazar

Doğa Tarihi

Doğa Tarihi
Hakan Bıçakçı
İletişim Yayınları
227 sayfa
2. Baskı 2014, İstanbul


Girişteki alıntıyı okuyunca kitaba Virginia Woolf'a hak vererek başlıyoruz: 
Başkalarının gözleri, bizim zindanlarımız; başkalarının düşünceleri, bizim kafeslerimiz. 
Kimimiz zindanlarda kimimiz kafeslerde kimimiz de her ikisine maruz hayatlar sürdüyoruz. Bazılarımız maruz kaldığı bu hayatı sorguluyor. Bazılarımız bu mahkumiyetlerinin farkında değil. Zaten böyle olmalı dercesine yaşamaya devam ediyorlar ve üstüne başkalarının zindanları, kafesleri oluyorlar.


Bıçakçı, Doğa'nın düşüncelerden çok gözlere önem veren
yönünü vurguladığı için zindan resmini uygun buldum.
Doğa'da bu son gruba giren bir plaza çalışanı. Hırslı, güzel, beklentileri yüksek bir kadın. Rakibi Alev'i altüst etmek için pek çok yola başvuruyor. Çünkü en güzel, en başarılı, en akıllı o olmalı. Yöneticisi Cengiz Bey, Alev'e değil ona güvenmeli. Başkalarının hakkında ne düşündüğüne, ne dediğine/demediğine çok önem veriyor. Bir noktadan sonra da akıl sağlığını kaybediyor ve her şeyi bırakması gerekiyor. Yanında sadece onu her haliyle beğenen zihninde yaşayan küçük adamlar kalıyor. 

Benim için Doğa Tarihi tam bir hayal kırıklığı oldu. Bunun temel nedeni de kitabı yüksek beklentilerle okumaya başlamış olmam. Yüksek beklentilerimin kaynağı: 
  1. Kitabı internet üzerinden alma girişimlerimde stokta kalmadığını öğrenmem ve dolayısıyla da madem bu kadar çok okunuyor demek ki bir ışık var bu kitapta diye düşünüp beklentilerimin yükselmesi.
  2. Kitabın arka kapağında "plaza-site-alışveriş merkezi üçgeninde sıkışmış hayatları anlatan günümüzde geçen bir distopya" yorumunu çarpıcı bulmam çünkü High Project kadar olmasa da orta halli bir plaza ortamına 4 yıldır maruz kalışımın bu konulara ilgi doğurması. Biz de bu yolun yolcusuyuz Doğa ne yapıyormuş bakalım? diye düşünmüş olmam. 
  3. İş hayatına henüz girmemiş bir arkadaşımın kitabı okuduktan sonra işten soğuması nedeniyle kitabın başarılı olduğunu düşünmem. 
Gelelim hayal kırıklıklarımın nedenlerine, öncelikle Doğa'nın dış görünüşüne verdiği önemin çok abartılı olduğunu düşünüyorum. Örneğin göğüslerine silikon taktırmasına gerek yoktu. Kıyafetlerine verdiği önemle, lacivert lensiyle, makyajıyla, zayıflık takıntısıyla zaten dış görünüşüne aşırı önem verdiği mesajını alıyoruz. Silikon taktırmasıyla bir kez daha "güzelliği dışında bir şey düşünmeyen kadın"ı vurgulanması okuduklarımızı sıradanlaştırdı. 

Kitapta gündelik iş hayatından bir şeyler bulmayı beklemiştim. Rekabet her zaman var ama kitaptaki kadar tek odak rekabet değil.  İş hayatında bizi meşgul eden yapılması gereken işler, yapılmasa da olan işler, yapılmasına hiç gerek olmayan ama yapılan işler bu kitapta yer almıyordu. Tüm işlerin yapılması gerekiyordu ve bu gerçek dünyayla örtüşen bir durum değil. Buna paralel olarak da çalışanlar tek tipti: Rekabet odaklı. Bu tek odak noktasına rağmen Doğa ve Alev'in rekabetinin içi boştu, bir hedefe de dayanmıyordu. Sunumu Alev'in yapması, yıllık planlamayı Alev'in hazırlaması açıkçası rekabet etmeye değer bir şey gibi gelmiyor bana. Bırakalım yapsın. Doğa'nın Cengiz Bey'in gözüne girmek istemesinin daha inandırıcı bir nedeni olmalıydı. Para, mevki gibi.

Rekabetin bir temelinin olmaması ve karakterlerin tek yönleriyle ele alınması nedeniyle kitaba 1 puan verdim. Eğer beyaz yakalıysanız kitabı hiç okumanıza gerek yok, iş yerinde kitaptan daha çarpıcı, inandırıcı olaylara tanık olduğunuza eminim. Plaza hayatını merak edenler okuyabilirler, yukarıdaki yorumlarımı göz önünde bulundurmalarını rica ederim. Bir gün plazaya adım atarlarsa - ki umarım bu olmaz! - görecekleri, yaşayacakları olaylar kitaptan çok daha renkli olacaktır. 

Alıntılar ve Hissettirdikleri 

O sabah otuz beş yaşına girmişti. Yolun yarısında falan değildi. Daha yeni başlıyordu. S. 12
Doğa yeni yaşıyla beraber yeni bir döneme başlıyordu, otuz dört yılın hazırladığı kaçınılmaz son gerçekleşmek üzereydi. 

İş yerinde ne zaman yoğunluğunu büyük bir meziyet gibi anlatan birini görsem aklıma bu sözler geliyor, içimden gülümsüyorum: 
Gerçekten ne kadar işi var önemli değil. Yoğun görünmek, işlerin başından aşkın görünmesi, yeterli. Hırpalanmasına gerek yoktu, ancak hırpalanıyormuş gibi görünmeye mecburdu. S. 14
Her şeyin mükemmel görünmesi gerekiyor, yaşam alanları da buna dahil. Çizilen mutlu, güzel, başarılı portreye arka plan olması nedeniyle de ev önemli bir dekor. Doğa'nın evi de lüks bir site içerisinde, modern bir dizayna sahip. İçindeki eşyalar da mükemmelliğin bir parçası. 
Evin her köşesi Doğa'nın fotoğraflarıyla doluydu. Bu pozlar çerçeve satın aldığında içinden çıkan örnek resimlere benziyordu. Satın alınıp gerçek ve kusurlu fotoğraflarla değiştirilmeyi bekliyordu sanki bu aşırı fotojenik pozlar. S. 26
Konuşanlar üçe ayrılıyordu. Fikirlerle sürece katkıda bulunmaktan çok sadece zekasını ispat etmek için konuşanlar, yalnızca haklı çıkmak için konuşanlar, sırf konuşmuş olmak için konuşanlar. S. 79
Bu cümleyi okuduğumda gözümde sıkıcı bir toplantı ortamı belirmişti, oldukça yerinde bir benzetme olmuş.  

Aşağıdaki durum pek çok beyaz yakalı için geçerli. Doğa'dan farklı olarak bir çoğumuz için servis şoförleri güvenlikli bölgeden güvenliksiz bölgeye geçişi yumuşatıyor ve bizim serviste de Joy FM çalıyor. 
İki güvenliğin arasındaki güvenliksiz bölgeyi Joy FM yumuşatıyordu. S. 115
Kitapta neler olabilirdi? 

  • Alev ile rekabeti kariyer hedefine dayanabilirdi: Tek bir departman müdürü kadrosu için yarışmak gibi. 
  • Sürekli Mtv izlemek yerine Cnbc-e izleyebilirdi. 
  • Sürekli kahve içmek yerine yeşil çay içebilirdi. 
  • Ofise babetleriyle gidip ofisinde bıraktığı topuklu ayakkabılarla değiştirebilirdi. 
  • Instagram kullanabilirdi. 
  • Her gün sabah kahvaltısında Ege'de bir sahil kasabasına yerleşme hayali kuran arkadaşlarımın hikayelerini bir de kitapta dinlemek isterdim. Bu yüzden Doğa Butik otel açmak isteyen bir arkadaşa sahip olabilirdi. 


Kaynaklar

Actual image of SM dungeon, http://www.allkpop.com/forums/discussion/187517/actual-image-of-sm-dungeon, Erişim: 12.10.2014



27 Eylül 2014 Cumartesi

Ay Büyürken Uyuyamam - Necati Cumalı

Ay Büyürken Uyuyamam
Ay Büyürken Uyuyamam
Cumhuriyet Kitapları
YAZIN BASIN YAYIN MATBAACILIK TRZ. TİC. LTD. ŞTİ.
276 sayfa
14. Baskı: Aralık 2013 

"Ay büyürken uyuyamıyorum! Silip alıyor gözlerimdeki uykuyu..." (s.13)  diyordu adam. Kadın da iç çekiyordu. İkisi de uyuyamıyordu ve ikisi de yalnızdı. Bu iki ortak nokta dudaklarını birleştirmeleri için yeterli oluyordu.

Ay Büyürken Uyuyamam, Batı Anadolu'da taşrada yaşayan kadın ve erkekleri, cinsellikleri ön planda olmak üzere gündelik yaşamlarıyla konu alıyor. Kimi çalışkan sabahın köründe tütün kırmak için yollara düşüyor, kimi asker yolu gözlüyor, kimi sevdiği geride ne hallerde kaldı diye askerden kaçıp geliyor. Kimi her mahallede rastlanan: 
Küçük bir mahalle bakkalıydı. Dükkanını gün doğmadan açıp, gece hala bir paket cigara satarım diye, kahveler kapandıktan sonra kapatan bakkallardan. (s. 33) 
Kimi de göz göre göre aldatıyor, aldatılıyor. 
Bu öyküler aynı zamanda zorla sevmediği adamla evlendirilen kadınlar, pavyona düşen kızlar, eşlerini aldatatan erkekler ve kadınlarla pek çok filme de konu olmuş hayatları içeriyor. Ancak Cumalı'nın öykülerini farklı kılan bunları yaşayan kahramanları. Bu kahramanlar arasında beklenen tepkileri verenlerin yanı sıra olaylara bir o kadar da farklı yaklaşanları var. Taşralı olmanın muhafazakar olmayı da barındırdığı düşüncesi bu öykülerle sarsılıyor.

Örneğin Uzun Bir Gece öyküsünde olduğu gibi. Börekçi Zekeriye Usta, gerek öyküdeki kahramanlar tarafından gerek de biz okuyucular tarafından beklenen "Namusun kirlendi." tepkisini vermiyor. Çünkü karısını seviyor, onu affetmek için bir çıkış yolu arıyor, kime güvenip güvenmeyeceğini biliyor. Daha çok fikir vermesi açısından öyküden kısaca bahsedelim:
Sevmediği bir adamla evli olan kadın, nice zamandır yolunu gözlediği Selman'ın sözde annesinin hastalığı için getirdiği mektupla önünü ardını düşünmeden annesini ziyarete gitme bahanesiyle yola çıkmaya karar verir. Kocası karısını köye kadar birlikte gidecekleri Selman'a emanet eder. Kasabadan sonra köye gidemezler. Çünkü Selman gidebilecekleri uygun bir araç bulamamıştır. Geceyi, dilekçecinin evinde geçireceklerdir. Kadın ve Selman evin bir odasında yalnız kalıp hasret giderir. Kadın rahat edemez çünkü dilekçeciye güvenmemektedir. Dilekçeci başından beri kadının Zekeriya Usta'nın karısı olduğunu bilmektedir. Selman'ı tehdit eder, kadınla birlikte olmak ister. Odanın kapısını zorlar, açmayı başaramaz. Ortağını alıp gelir, Zekeriya Usta'ya olanları söyleyeceğini, ikisinin de hapse gireceğini söyler. Kadın, bu sırada pencereden kaçar. Bütün gece bir ahırda saklanır. Artık eski halinden eser yoktur. Çünkü Selman'ın tutumu onu soğutmuştur, dilekçeci ve ortağına gereken cevabı verememiş, kadının arkasında durmamıştır kadın da çareyi kaçmakta bulmuştur. Kadın düşüncesizce Selman'ın ardından gidişini sorgulamaya başlamıştır ve pişman olmuştur. Sabahın olunca otobüs durağındaki kahvede kocasını bekler. Haberi alan kocası elbette gelecektir ve ona karşı dürüst olmaya kararlıdır. Bu arada gelen Selman'ın kaçalım teklifini reddeder. Öykünün kadının Selman'a güvenip hata ettiği konusunda aydınlanmasıyla başlayan kırılma noktası Zekeriya Usta'nın kasabaya gelmesiyle devam eder. Dilekçeci ve ortağının ikiyüzlü, dolandırıcı olduğunu bilen Zekeriya Usta onlara tamah etmez ve karısını alıp evine döner. Kadın artık Zekeriya Usta'yı hiç sevmediği kadar sevmektedir.
Türk filmine konu olsaydı büyük ihtimalle sonunda kadın namus cinayetine kurban giderdi. Gerçek hayatta da benzer bir olayın sonu namus cinayetiyle bitebilirdi ama Cumalı bize sonu namus cinayetiyle bitmeyen hayatların olduğunu da anlatıyor. Ki bunlar çoğu hayatın fimlerdeki gibi, üçüncü sayfa haberlerindeki gibi olmadığına inanadığım için bana daha gerçekçi geliyor.

Kitapta 26 öykü yer alıyor. Öyküler -birkaç uzun öykü dışında- genellikle 4-5 sayfadan oluşuyor. Cumalı'nın dili sade ve akıcı. Öyle betimlemeler var ki dünyaya farklı bir gözle bakan aklın ürünü, örneğin zamanın geçtiğini anlatırken gölge üzerinden böyle bir benzetme yapmak aklınıza gelir miydi? 

Düştükleri yere ıslak bir görüntü veren gölgeler, gün ışıkları ile kuruyormuş gibi, kısalır küçülürken... (s.247)

Melih Cevdet Anday, kitabın arka kapağında yer alan yorumunda Cumalı'nın en dikkat çekici özelliğinin  kişiler ve olaylarla okurun arasına girmemesi olduğunu vurguluyor. Cumalı ders vermiyor, "genel ahlaka" aykırı davrananları cezalandırmıyor. Bu da öyküleri klişeye düşmekten kurtarıyor. 

Bu insanlar duygularıyla hareket ediyorlar, sevdiklerinin peşinden gidiyorlar, canlarının istediği gibi davranıyorlar. Zihinlerimize kazınmış muhafazakar taşradan farklı bir taşra algısı inşa ediyor kafamızda Cumalı. Ve taşra daha gerçek görünüyor. 

15 Eylül 2014 Pazartesi

Kendimize Uygun İşi Nasıl Buluruz

Bir gün fark ettim ki eğer bir insan başka birini tamamen ezip mahvetmek, ona en berbat cezayı, en korkunç katilin karşısında titreyeceği, peşinen geri çekileceği cezayı vermek istiyorsa, tek yapacağı, onu işe yaramayan, manadan bütünüyle yoksun bir işte çalıştırmaktır. Fyodor Dostoyevski