12 Ekim 2014 Pazar

Doğa Tarihi

Doğa Tarihi
Hakan Bıçakçı
İletişim Yayınları
227 sayfa
2. Baskı 2014, İstanbul


Girişteki alıntıyı okuyunca kitaba Virginia Woolf'a hak vererek başlıyoruz: 
Başkalarının gözleri, bizim zindanlarımız; başkalarının düşünceleri, bizim kafeslerimiz. 
Kimimiz zindanlarda kimimiz kafeslerde kimimiz de her ikisine maruz hayatlar sürdüyoruz. Bazılarımız maruz kaldığı bu hayatı sorguluyor. Bazılarımız bu mahkumiyetlerinin farkında değil. Zaten böyle olmalı dercesine yaşamaya devam ediyorlar ve üstüne başkalarının zindanları, kafesleri oluyorlar.


Bıçakçı, Doğa'nın düşüncelerden çok gözlere önem veren
yönünü vurguladığı için zindan resmini uygun buldum.
Doğa'da bu son gruba giren bir plaza çalışanı. Hırslı, güzel, beklentileri yüksek bir kadın. Rakibi Alev'i altüst etmek için pek çok yola başvuruyor. Çünkü en güzel, en başarılı, en akıllı o olmalı. Yöneticisi Cengiz Bey, Alev'e değil ona güvenmeli. Başkalarının hakkında ne düşündüğüne, ne dediğine/demediğine çok önem veriyor. Bir noktadan sonra da akıl sağlığını kaybediyor ve her şeyi bırakması gerekiyor. Yanında sadece onu her haliyle beğenen zihninde yaşayan küçük adamlar kalıyor. 

Benim için Doğa Tarihi tam bir hayal kırıklığı oldu. Bunun temel nedeni de kitabı yüksek beklentilerle okumaya başlamış olmam. Yüksek beklentilerimin kaynağı: 
  1. Kitabı internet üzerinden alma girişimlerimde stokta kalmadığını öğrenmem ve dolayısıyla da madem bu kadar çok okunuyor demek ki bir ışık var bu kitapta diye düşünüp beklentilerimin yükselmesi.
  2. Kitabın arka kapağında "plaza-site-alışveriş merkezi üçgeninde sıkışmış hayatları anlatan günümüzde geçen bir distopya" yorumunu çarpıcı bulmam çünkü High Project kadar olmasa da orta halli bir plaza ortamına 4 yıldır maruz kalışımın bu konulara ilgi doğurması. Biz de bu yolun yolcusuyuz Doğa ne yapıyormuş bakalım? diye düşünmüş olmam. 
  3. İş hayatına henüz girmemiş bir arkadaşımın kitabı okuduktan sonra işten soğuması nedeniyle kitabın başarılı olduğunu düşünmem. 
Gelelim hayal kırıklıklarımın nedenlerine, öncelikle Doğa'nın dış görünüşüne verdiği önemin çok abartılı olduğunu düşünüyorum. Örneğin göğüslerine silikon taktırmasına gerek yoktu. Kıyafetlerine verdiği önemle, lacivert lensiyle, makyajıyla, zayıflık takıntısıyla zaten dış görünüşüne aşırı önem verdiği mesajını alıyoruz. Silikon taktırmasıyla bir kez daha "güzelliği dışında bir şey düşünmeyen kadın"ı vurgulanması okuduklarımızı sıradanlaştırdı. 

Kitapta gündelik iş hayatından bir şeyler bulmayı beklemiştim. Rekabet her zaman var ama kitaptaki kadar tek odak rekabet değil.  İş hayatında bizi meşgul eden yapılması gereken işler, yapılmasa da olan işler, yapılmasına hiç gerek olmayan ama yapılan işler bu kitapta yer almıyordu. Tüm işlerin yapılması gerekiyordu ve bu gerçek dünyayla örtüşen bir durum değil. Buna paralel olarak da çalışanlar tek tipti: Rekabet odaklı. Bu tek odak noktasına rağmen Doğa ve Alev'in rekabetinin içi boştu, bir hedefe de dayanmıyordu. Sunumu Alev'in yapması, yıllık planlamayı Alev'in hazırlaması açıkçası rekabet etmeye değer bir şey gibi gelmiyor bana. Bırakalım yapsın. Doğa'nın Cengiz Bey'in gözüne girmek istemesinin daha inandırıcı bir nedeni olmalıydı. Para, mevki gibi.

Rekabetin bir temelinin olmaması ve karakterlerin tek yönleriyle ele alınması nedeniyle kitaba 1 puan verdim. Eğer beyaz yakalıysanız kitabı hiç okumanıza gerek yok, iş yerinde kitaptan daha çarpıcı, inandırıcı olaylara tanık olduğunuza eminim. Plaza hayatını merak edenler okuyabilirler, yukarıdaki yorumlarımı göz önünde bulundurmalarını rica ederim. Bir gün plazaya adım atarlarsa - ki umarım bu olmaz! - görecekleri, yaşayacakları olaylar kitaptan çok daha renkli olacaktır. 

Alıntılar ve Hissettirdikleri 

O sabah otuz beş yaşına girmişti. Yolun yarısında falan değildi. Daha yeni başlıyordu. S. 12
Doğa yeni yaşıyla beraber yeni bir döneme başlıyordu, otuz dört yılın hazırladığı kaçınılmaz son gerçekleşmek üzereydi. 

İş yerinde ne zaman yoğunluğunu büyük bir meziyet gibi anlatan birini görsem aklıma bu sözler geliyor, içimden gülümsüyorum: 
Gerçekten ne kadar işi var önemli değil. Yoğun görünmek, işlerin başından aşkın görünmesi, yeterli. Hırpalanmasına gerek yoktu, ancak hırpalanıyormuş gibi görünmeye mecburdu. S. 14
Her şeyin mükemmel görünmesi gerekiyor, yaşam alanları da buna dahil. Çizilen mutlu, güzel, başarılı portreye arka plan olması nedeniyle de ev önemli bir dekor. Doğa'nın evi de lüks bir site içerisinde, modern bir dizayna sahip. İçindeki eşyalar da mükemmelliğin bir parçası. 
Evin her köşesi Doğa'nın fotoğraflarıyla doluydu. Bu pozlar çerçeve satın aldığında içinden çıkan örnek resimlere benziyordu. Satın alınıp gerçek ve kusurlu fotoğraflarla değiştirilmeyi bekliyordu sanki bu aşırı fotojenik pozlar. S. 26
Konuşanlar üçe ayrılıyordu. Fikirlerle sürece katkıda bulunmaktan çok sadece zekasını ispat etmek için konuşanlar, yalnızca haklı çıkmak için konuşanlar, sırf konuşmuş olmak için konuşanlar. S. 79
Bu cümleyi okuduğumda gözümde sıkıcı bir toplantı ortamı belirmişti, oldukça yerinde bir benzetme olmuş.  

Aşağıdaki durum pek çok beyaz yakalı için geçerli. Doğa'dan farklı olarak bir çoğumuz için servis şoförleri güvenlikli bölgeden güvenliksiz bölgeye geçişi yumuşatıyor ve bizim serviste de Joy FM çalıyor. 
İki güvenliğin arasındaki güvenliksiz bölgeyi Joy FM yumuşatıyordu. S. 115
Kitapta neler olabilirdi? 

  • Alev ile rekabeti kariyer hedefine dayanabilirdi: Tek bir departman müdürü kadrosu için yarışmak gibi. 
  • Sürekli Mtv izlemek yerine Cnbc-e izleyebilirdi. 
  • Sürekli kahve içmek yerine yeşil çay içebilirdi. 
  • Ofise babetleriyle gidip ofisinde bıraktığı topuklu ayakkabılarla değiştirebilirdi. 
  • Instagram kullanabilirdi. 
  • Her gün sabah kahvaltısında Ege'de bir sahil kasabasına yerleşme hayali kuran arkadaşlarımın hikayelerini bir de kitapta dinlemek isterdim. Bu yüzden Doğa Butik otel açmak isteyen bir arkadaşa sahip olabilirdi. 


Kaynaklar

Actual image of SM dungeon, http://www.allkpop.com/forums/discussion/187517/actual-image-of-sm-dungeon, Erişim: 12.10.2014



27 Eylül 2014 Cumartesi

Ay Büyürken Uyuyamam - Necati Cumalı

Ay Büyürken Uyuyamam
Ay Büyürken Uyuyamam
Cumhuriyet Kitapları
YAZIN BASIN YAYIN MATBAACILIK TRZ. TİC. LTD. ŞTİ.
276 sayfa
14. Baskı: Aralık 2013 

"Ay büyürken uyuyamıyorum! Silip alıyor gözlerimdeki uykuyu..." (s.13)  diyordu adam. Kadın da iç çekiyordu. İkisi de uyuyamıyordu ve ikisi de yalnızdı. Bu iki ortak nokta dudaklarını birleştirmeleri için yeterli oluyordu.

Ay Büyürken Uyuyamam, Batı Anadolu'da taşrada yaşayan kadın ve erkekleri, cinsellikleri ön planda olmak üzere gündelik yaşamlarıyla konu alıyor. Kimi çalışkan sabahın köründe tütün kırmak için yollara düşüyor, kimi asker yolu gözlüyor, kimi sevdiği geride ne hallerde kaldı diye askerden kaçıp geliyor. Kimi her mahallede rastlanan: 
Küçük bir mahalle bakkalıydı. Dükkanını gün doğmadan açıp, gece hala bir paket cigara satarım diye, kahveler kapandıktan sonra kapatan bakkallardan. (s. 33) 
Kimi de göz göre göre aldatıyor, aldatılıyor. 
Bu öyküler aynı zamanda zorla sevmediği adamla evlendirilen kadınlar, pavyona düşen kızlar, eşlerini aldatatan erkekler ve kadınlarla pek çok filme de konu olmuş hayatları içeriyor. Ancak Cumalı'nın öykülerini farklı kılan bunları yaşayan kahramanları. Bu kahramanlar arasında beklenen tepkileri verenlerin yanı sıra olaylara bir o kadar da farklı yaklaşanları var. Taşralı olmanın muhafazakar olmayı da barındırdığı düşüncesi bu öykülerle sarsılıyor.

Örneğin Uzun Bir Gece öyküsünde olduğu gibi. Börekçi Zekeriye Usta, gerek öyküdeki kahramanlar tarafından gerek de biz okuyucular tarafından beklenen "Namusun kirlendi." tepkisini vermiyor. Çünkü karısını seviyor, onu affetmek için bir çıkış yolu arıyor, kime güvenip güvenmeyeceğini biliyor. Daha çok fikir vermesi açısından öyküden kısaca bahsedelim:
Sevmediği bir adamla evli olan kadın, nice zamandır yolunu gözlediği Selman'ın sözde annesinin hastalığı için getirdiği mektupla önünü ardını düşünmeden annesini ziyarete gitme bahanesiyle yola çıkmaya karar verir. Kocası karısını köye kadar birlikte gidecekleri Selman'a emanet eder. Kasabadan sonra köye gidemezler. Çünkü Selman gidebilecekleri uygun bir araç bulamamıştır. Geceyi, dilekçecinin evinde geçireceklerdir. Kadın ve Selman evin bir odasında yalnız kalıp hasret giderir. Kadın rahat edemez çünkü dilekçeciye güvenmemektedir. Dilekçeci başından beri kadının Zekeriya Usta'nın karısı olduğunu bilmektedir. Selman'ı tehdit eder, kadınla birlikte olmak ister. Odanın kapısını zorlar, açmayı başaramaz. Ortağını alıp gelir, Zekeriya Usta'ya olanları söyleyeceğini, ikisinin de hapse gireceğini söyler. Kadın, bu sırada pencereden kaçar. Bütün gece bir ahırda saklanır. Artık eski halinden eser yoktur. Çünkü Selman'ın tutumu onu soğutmuştur, dilekçeci ve ortağına gereken cevabı verememiş, kadının arkasında durmamıştır kadın da çareyi kaçmakta bulmuştur. Kadın düşüncesizce Selman'ın ardından gidişini sorgulamaya başlamıştır ve pişman olmuştur. Sabahın olunca otobüs durağındaki kahvede kocasını bekler. Haberi alan kocası elbette gelecektir ve ona karşı dürüst olmaya kararlıdır. Bu arada gelen Selman'ın kaçalım teklifini reddeder. Öykünün kadının Selman'a güvenip hata ettiği konusunda aydınlanmasıyla başlayan kırılma noktası Zekeriya Usta'nın kasabaya gelmesiyle devam eder. Dilekçeci ve ortağının ikiyüzlü, dolandırıcı olduğunu bilen Zekeriya Usta onlara tamah etmez ve karısını alıp evine döner. Kadın artık Zekeriya Usta'yı hiç sevmediği kadar sevmektedir.
Türk filmine konu olsaydı büyük ihtimalle sonunda kadın namus cinayetine kurban giderdi. Gerçek hayatta da benzer bir olayın sonu namus cinayetiyle bitebilirdi ama Cumalı bize sonu namus cinayetiyle bitmeyen hayatların olduğunu da anlatıyor. Ki bunlar çoğu hayatın fimlerdeki gibi, üçüncü sayfa haberlerindeki gibi olmadığına inanadığım için bana daha gerçekçi geliyor.

Kitapta 26 öykü yer alıyor. Öyküler -birkaç uzun öykü dışında- genellikle 4-5 sayfadan oluşuyor. Cumalı'nın dili sade ve akıcı. Öyle betimlemeler var ki dünyaya farklı bir gözle bakan aklın ürünü, örneğin zamanın geçtiğini anlatırken gölge üzerinden böyle bir benzetme yapmak aklınıza gelir miydi? 

Düştükleri yere ıslak bir görüntü veren gölgeler, gün ışıkları ile kuruyormuş gibi, kısalır küçülürken... (s.247)

Melih Cevdet Anday, kitabın arka kapağında yer alan yorumunda Cumalı'nın en dikkat çekici özelliğinin  kişiler ve olaylarla okurun arasına girmemesi olduğunu vurguluyor. Cumalı ders vermiyor, "genel ahlaka" aykırı davrananları cezalandırmıyor. Bu da öyküleri klişeye düşmekten kurtarıyor. 

Bu insanlar duygularıyla hareket ediyorlar, sevdiklerinin peşinden gidiyorlar, canlarının istediği gibi davranıyorlar. Zihinlerimize kazınmış muhafazakar taşradan farklı bir taşra algısı inşa ediyor kafamızda Cumalı. Ve taşra daha gerçek görünüyor. 

15 Eylül 2014 Pazartesi

Kendimize Uygun İşi Nasıl Buluruz

Bir gün fark ettim ki eğer bir insan başka birini tamamen ezip mahvetmek, ona en berbat cezayı, en korkunç katilin karşısında titreyeceği, peşinen geri çekileceği cezayı vermek istiyorsa, tek yapacağı, onu işe yaramayan, manadan bütünüyle yoksun bir işte çalıştırmaktır. Fyodor Dostoyevski

30 Ağustos 2014 Cumartesi

Benim de Söyleyeceklerim Var!


Benim de Söyleyeceklerim Var!, Umut Sarıkaya

Mürekkep Basın Yayın LTD. STİ.
11. Baskı / Ağustos 2013

Hakan Bıçakçı bir röportajında en sevdiği üç kitap sorusunu şöyle yanıtlıyordu: "En sevdiğim 1. kitap: Benim de Söyleyeceklerim Var 1... en sevdiğim 2. kitap Benim de Söyleyeceklerim Var 2... Ve en sevdiğim 3. kitap Benim de Söyleyeceklerim Var 3..." Hatta söz ettiğim videoyu bulup buraya da ekleyeyim diye araştırma yaparken Bıçakçı'nın Umut Sarıkaya'dan söz ettiği yazılarına, başka röportajlarına rastladım. Bıçakçı'nın listesi ilgimi çekti, mutlaka okumalıyım dedim ve ilk kitap ile başladım. 

Umut Sarıkaya'nın Penguen'deki İşimdeyim Gücümdeyim karikatür köşesini severek takip ederdim. Açıkçası Penguen'de Benim de Söyleyeceklerim Var'ı okumaz, şöyle bir bakıp geçerdim. Bu ilgisizliğim Sarıkaya'ya özgü değil, genellikle karikatür dergilerinde düz yazıları atlıyorum. Sarıkaya da kitabında karikatür dergilerindeki yazıların pek okunmadığını yazmış. Bunu okuyunca "Yalnız değilmişim." diye düşündüm. Ama artık Umut Sarıkaya'nın yazılarını okuyacağım.

Kitabı elinizi alınca Umut Sarıkaya başlıyor anlatmaya. Beşiktaş'ta deniz kenarındaki park geliyor gözünüzün önüne: Yanında bir arkadaşı Sarıkaya kah gülüyor kah dertleniyor; arkadaşıyla tartışıyor, sonra kalkıp içmeye gidiyorlar. Bunlar okurken bir bir canlanıyor. Başından geçenleri konuşur gibi anlatıyor. Kendimize bile itiraf etmekten hoşlanmadığımız "tırt" özelliklerimizi Umut Sarıkaya kendisi için gönül rahatlığıyla dillendiriyor. Bir insanın kendisiyle barışık olması güzel, hele hele Sarıkaya gibi bunu kaleme dökebilmesi daha güzel. Hem eğlenceli oluyor, hem de düşününce "tırt"lığın her insanın mayasında olduğunu hem de öyle kötü bir şey olmadığını fark ediyorsunuz.

Kitap üç - dört sayfalık -öykü ya da anı Sarıkaya'nın ne derseniz dediği - yazılardan oluşuyor. Günlük hayattan, ev hayatından, iş hayatından, okul hayatından ve aşk hayatından kesitler esprili ve akıcı bir dille anlatılıyor. Etkileyici olan da hepimizin başından geçenlerin ilgi çekici bir üslupla anlatılması. Örneğin bazı durumlarda  hesabı ödemek için ısrar ederken bu ısrarların dozunu "Karşı taraf öder herhalde, en azından Alman usülü olur." düşüncesiyle gönül rahatlığıyla sahtekarca arttırmak ve beklenenin olmaması durumunu aşağıdaki alıntı ne kadar güzel anlatıyor:


Neyse uzatmayayım, saat 22.30'da garson "Kapatıyoruz" dedi, hesabı getirdi. "Dur abi, sen hiç dokunma ben öderim" dedim. Ercan "Olur mu öyle şey, ben ödiycem" dedi. "Abi bak konuşmam bir daha, ben ödiycem" dedim. "Tamam öde" dedi. İçimden "Vay ancuk, insan bir kere daha ısrar eder, o ısrara endekslemiştim mali durumumu" diye usulca geçirdim... s.32


Bir kadın ve erkeğin ayrı dünyaların insanı olduklarını aşağıdaki cümleden daha iyi ne anlatabilir ki?


Zira o an anladım ki o bir cnbc-e, ben ise Flaş TV'ydim. O "Ustalara Saygı Kuşağı", ben "Türkü Bacı" programıydım. O anda ilişkiyi kafamda bitirip çökeleğimi, bulgurumu alıp eve geldim. s. 129

Yakın bir zamanda birkaç arkadaşını evlendirmiş olan ben, "Tanrım, nasıl bir ruh hali içerisindeyim?" diye endişe ederken bunları okuduğumda bu garip düşüncelere sadece ben sahip değilmişim diye düşüdüm ve rahatladım:

Bir zamanlar beraber takıldığınız, ortalıkta amaçsızca gezdiğiniz bir arkadaşınızın şimdi orda ciddi bir işe imza attığını görünce garip bir şekilde aldatıldığınızı hissediyorsunuz. s. 178

Alıntılarda da gördüğünüz gibi Sarıkaya konuşur gibi yazıyor, "orada" değil "orda", "ödeyeceğim" değil "ödiycem" gibi. Yer yer küfürler de var.


Hakan Bıçakçı gibi en sevdiğim kitaplar arasında ilk 3'e yerleştiremem ama en sevdiğim kitaplar listesinde ortalarda bir yerde olduğunu söyleyebilirim.


Ne kazandırdı? 


  • Aylaklığa Övgü kitabıyla tanıştım. 
  • Severek okuyacağım bir yazar daha oldu. 

Alıntılar

Aylaklığa Övgü kitabından çok etkilendiğini söyleyen bir kadın, şimdi benden set üstü ocak taksidine girmemi istiyorsa ben yakarım o kitabı aga! s.17


Neyse uzatmayayım, saat 22.30'da garson "Kapatıyoruz" dedi, hesabı getirdi. "Dur abi, sen hiç dokunma ben öderim" dedim. Ercan "Olur mu öyle şey, ben ödiycem" dedi. "Abi bak konuşmam bir daha, ben ödiycem" dedim. "Tamam öde" dedi. İçimden "Vay ancuk, insan bir kere daha ısrar eder, o ısrara endekslemiştim mali durumumu" diye usulca geçirdim... s.32

Ki kurnaz erkek okurlar bilir, "Ben sarhoş oldum" demek aslında "Ben kontrolden çıktım, bu saatten sonra her şeyi yapabilirim ve yaptıklarımdan yarın mesul değilim" demektir aynı zamanda... s.42

Başımı omzu ile göğsü arasına dayayıp, hani Gonca'nın çevresi geniştir, bu düşüncelerimi herkese anlatır diye olayı bireyler üzerine değil de topluma yaydım. "Bütün kadınları anlıyorum Gonca, terk edilmiş, yalnız, ilgiye muhtaç bütün kadınları anlıyorum" diye haykırdım. s.43

Zira o an anladım ki o bir cnbc-e, ben ise Flaş TV'ydim. O "Ustalara Saygı Kuşağı", ben "Türkü Bacı" programıydım. O anda ilişkiyi kafamda bitirip çökeleğimi, bulgurumu alıp eve geldim. s. 129

Gerçi modern dizaynlı evlerinde, oduncu gömleğimle otantik bir halı gibi duruyordum ama olsun, ortam süperdi ve mutluydum. s.145

Bir zamanlar beraber takıldığınız, ortalıkta amaçsızca gezdiğiniz bir arkadaşınızın şimdi orda ciddi bir işe imza attığını görünce garip bir şekilde aldatıldığınızı hissediyorsunuz. s. 178

İkimizin de aynı sınıfta olması onun açısından gerilimi kat kat arttırmıştı, benim için ise çağdaş bir insan olduğumdan sorun yoktu. s. 190

Burda bahsettiğim "özür dilemek" apayrı anlamlar içeriyor. Bir nevi savunma mekanizmasından, yanlış olan bir şeyi düzeltmek yerine onu "özür dilemek" aracılığıyla legal hale getirmekten, bir kurnazlık, bir sinsilik abidesi sözcükten bahsediyorum ben. s.240




22 Temmuz 2014 Salı

Bir intihar efsanesi

Ben ve annem hayatta kaldık. Fazla yükseklere çıkmadığımız için düşecek bir yer de yoktu. (22)

22 Haziran 2014 Pazar

Sinek Isırıklarının Müellifi, Barış Bıçakçı

Su tatlı tatlı tıkırdamaya başladı ve karşınızda Oktay Rifat: Kaynayan çaydanlığın mutfağa diktiği o kokulu ağaç. Şairler böyle birdenbire ve alçakgönüllü bir şekilde ortaya çıkmayı severler. (S. 22) 


İstanbul'da gün boyu dolaşırken dünyanın haline üzüldüm. Ankara'da insan sadece Ankara'nın haline üzülüyor. (S.24)

Dünyamızda alışılmışın dışındaki her şeyin açıklanması gerekir ve bu hiç de masum bir gereklilik değildir. Açıklama yaparsınız, neden gösterirsiniz, makul gerekçeler sunarsınız, sonra bir de bakmışsınız tam da sizden açıklama bekleyenlerin dilini kullanıyorsunuz, kendi dilinizi değil. Birilerine açıklama borçluysanız daima kendi dilinizi harcayarak ödersiniz. (S.27) 

.. Rene Char'ın Seçme Şiirleri'nin önsözünde geçen şu cümleyi unutamıyordu: "Kırk yaşımızda, yüreğimize yirmimizde sıktığımız bir kurşunla ölüyoruz." 

Böyle bir cümleyi okuyup yıllarca aklınızda tutuyorsanız zaten ölüyorsunuz demektir. (S. 65)

Kocaman bir sirk kurup kaldırıyoruz her gün hiç üşenmeden. (S. 96) 

.. ve ahlak hiçbir zaman cankurtaran olmadı, o hep ayağa bağlanan bir taştı. Doğrudan dibe gidersin. Doğrudan. (S. 96)

Yazmak bir bakıma anlatılmaya değmez olanı anlatmaktır. Böylelikle anlamsız olanı anlamlı kılmaya cüret etmektir. (S.159)

Aslangöz, Cemil Kavukçu



"Tanıdığım bütün dedeler öksürürdü, ama benim dedeminki hiçbirine

benzemezdi; çünkü o öksürmez ya da öksüremez, “Öhhaa,” diye gırtlaktan, garip

bir ses çıkarırdı."

Çarpıcı bir girişle başlıyor Aslangöz. Bu çarpıcılığa, samimi bir dili ekleyerek devam ediyor öykü. Sanki okumuyoruz da bir çocuğun ağzından dedesini, babaannesini, amcasını dinliyoruz. Elinde sigarası sürekli pijamasını çekiştiren öksüren tıksıran dede, alkolik Aslangöz amca,  "Geberesice" diye söylendiği kocasından bıkmış varlığı yokluğu belli olmayan oğluna merhametle bakan babaanne gözlerimizin önünde.

Aslangöz'ün  hikayesini tam olarak bilemiyoruz. Ama dedenin Aslangöz'ün alkolikliğine ses etmemesinden,  eve dönmediğinde pencerede beklemesinden ve oğlunun kesin yokluğundan sonra bezlere yüzünü gömüp ağlamasından bu hikayenin şekillenmesinde önemli bir payı olduğunu anlıyoruz.


"Kimseyle konuşmadığı gibi benimle de konuşmazdı amcam, onu tanımazdım.

Kimse tanımazdı. Kendi bile. Onun varlığı evde bir tür yokluktu. Ama asıl yokluğunu,

bir daha gelmemek üzere gidince anladık."



Cemil Kavukçu, “Aslangöz”,  Bilinen Bir Sokakta Kaybolmak 9-14.

25 Mayıs 2014 Pazar

NW Londra, Zadie Smith

Burası, yabancılara çay yapılan bir ülke değil. Camdan birbirlerine bakıp gülümsüyorlar. İyi niyet var. Söylenecek bir şey yok. (S. 16)

Thatcher söylemiş:

- Otuz yaşın üzerinde olup otobüse binen herkes, kendini başarısız saymalı. (S. 55) 

Elmaağacıelma
Ağacın gövdesi, kabuğu.
Rüya gören Alice.
Yiyen Havva.
 (S. 37)

Bir heves dosyaları kapatıp çanta toplamaya girişiyorlar; olayın altı yaşında zil çaldığında yaşananlardan pek farkı yok. (S. 43)

En eski dostunuza böylesine berbat bir bıkkınlık vermek küçük düşürücü. Leah, onun ilgisini çekmek için eski isim ve yüzlerden bahis açacak kadar küçülüyor. (S. 74)

'Bana da hayatımı mahveden biri düştü.'
'Bunu kimse yapamaz, Tom. Bunu ancak sen başarabilirsin.'
(S. 148)

Karıncalar, ince bir çizgi halinde evyeden pencereye gidip geri dönüyor, sırtlarında yiyecek parçaları taşıyorlardı; ömür boyu çeşme suyu beklemediklerini gösteren bir güvenle hareket ediyorlardı. (S. 170) 

Ailesiyle evsiz bir adamla konuştuğundan daha kısa ve sert konuşuyorsa, bu, yüce gönüllülüğünün sonsuz bir yücelik olmadığından ve stratejik olarak en çok ihtiyaç duyulduğu yerde uygulanması gerektiğinden kaynaklanıyordu. (S. 200)

Avukatlık yapacak, ailelerinde meslek sahibi olan ilk kişiler olacaklardı. Hayatın bir mesleğe atılmakla çözülebilecek bir problem olduğunu düşünüyorlardı. (S. 224)

Hafızasında bu yolculuğa hiç çıkmamış olması, gitmeye karar vermiş olması kadar önemli bir yer tutmuyordu. (S. 233)

Birilerinin unutma ihtimaline karşı, dünyanın en popüler TV dizisi haftada beş gün tekrarlanıyor. (S. 235)

Elena, mükemmel bir çakışı sıradan bir başarısızlığa tercih eden kadınlardandı. (S. 248)

İnsanlar insan değildi, sadece dilin yaptığı bir etkiydi. Onları bir cümlede yaratıp öldürebilirdiniz. (S. 274)

Mutluluk mutlak bir değer değildi. Bir karşılaştırma durumuydu. (S. 277)

Televizyondaki sosyal konut, onun oturup sosyal konutlarla ilgili programı izlediği sosyal konuttan kısmen daha kötüydü. (S. 292)

Şimdi bu kadar çok iş varken -hayatının özü işe dönüşmüşken- .... (S. 302)


15 Mayıs 2014 Perşembe

Günün Kelimesi



 Verevine: Verev biçimi verilmiş.

Cama verevine, eğik siyah harflerle yazılmış bir reklam yapıştırılmıştı: Yalın Zarafet, Sonbahar Modası. ( s. 18)

Alice Munro, Nefret,  Arkadaşlık, Flört, Aşk, Evlilik

Nefret, Arkadaşlık, Flört, Aşk, Evlilik - Alice Munro

Kadınlar bu şekilde birlikte çalışırlarken bazı ayrıntılarda ya anlaşırlar ya da anlaşmazlar - mesela sigara içilebilir mi, yoksa temiz bir tabağın üstüne göçmen küller konabileceğinden içilmemesi daha mı iyi olur; sofradaki her şey kullanılmış olmasa da yıkanmalı mıdır gibi- (s.127)

Anlattığında birini sarsacak bir şeyler biliyorsan, anlatırsan ve karşındaki sarsılırsa başdöndürücü bir iktidar hissine kapılman kaçınılmazdır. (S. 136)

O günlerde genç kocalar sertti. Daha kısa bir süre önce, cinsel acılar içinde kıvranan , dizleri titreyen, umutsuz, neredeyse alay konusu olan talip rolünü oynamışken evlenip yatıştıktan sonra kararlı ve tasvip etmez bir havaya bürünürlerdi. Her sabah tıraşlı, genç boyunlarında kıravatla işe gidiş; bilinmez işlerle geçen gün; akşam yemeği saatinde eve dönüş; yemeğe eleştirel bir bakış; şak diye açılıp karmakarışık mutfağa, dertlere, duygulara ve bebeklere siper edilen gazete. Kısacık bir sürede ne çok şey öğrenmek zorundaydılar. Patronlar karşısında el pençe divan durup karılarını idare etmeyi. Ailelerini ilerideki çeyrek yüzyıl boyunca geçindirmek zorunda olan işler konusunda olduğu kadar mortgage, istinat duvarı, çimenlik, gider ve siyaset konularında da otoriter olmayı. 
(Hatırlanan, s. 254)

Çelinmiş miydi aklı? Daha ziyade, aklının çelindiği hayaline kendini kaptırmış olsa gerekti. Muhtemelen teslim olmanın yakınından geçmemişti; oysa gündem teslim olmaktı.
(Hatırlanan, s. 275)

Fiona da gönüllü hizmet koordinatörü olarak çalıştığı hastanedeki (kendi tanımıyla insanların uyuşturucu, seks ve entelektüel didişmeler dışında dertlerinin olabildiği sıradan dünyadaki) işinden ayrılmıştı. (AYI, DAĞI AŞTI GELDİ, s. 326)

Saçları dışında her şeyden vazgeçmiş, kilolu, genç bir kadındı. Saçları sarı ve hacimliydi. (AYI, DAĞI AŞTI GELDİ, s. 327)

15 Ocak 2014 Çarşamba

Okusam İyi Olur

Okumadığım ama ilk fırsatta okuyayım dediğim yazarları bu listeye ekliyorum:


1) Imre Kertész
2) Yıkanan Kadınlar, Tie Ning

3 Ocak 2014 Cuma

Okuma Şenliği Kış 2013 - Okuduğum Kitaplar





Toplam Puan: 185
Toplam Sayfa: 3785


Kış okuma şenliğindeki üçüncü aydayız. Şenliğe kasım ayı sonunda katıldığım için ilk dönemi 0 puanla kapamıştım. Bu dönem 95 puanla okumaya devam ediyorum. Şenlikteki kategoriler sayesinde pek çok yeni kitapla tanıştım. Okuduğum 6 kitaptan en çok Bülbül'ü Öldürmek'i beğendim. Ne yazık ki bu kitap Harper Lee'nin ilk ve tek romanı. 




Şenlikte okuduğum kitaplar şimdilik şöyle


1. Kategori (10 puan): Altın Kitaplar Yayınevi’nden çıkan bir kitap okuyanlara.

 16.50 Treni, Agatha Christie, Altın Kitaplar, 288 sayfa.

3. Kategori (10 puan): Adında bir hayvan adı olan bir kitap okuyanlara.

Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları, Ransom Riggs, Sayfa6 Yayınları, 360 sayfa.

4. Kategori (15 puan): 600 sayfadan uzun bir kitap okuyanlara.

Otostopçu'nun Galaksi Rehberi, Douglas Adams, Kabalcı Yayınevi,  712 sayfa.

6. Kategori (15 puan): Türk edebiyatında klasik kabul edilen bir roman okuyanlara.

Kötü Yol, Orhan Kemal, Everest Yayınları, 276 sayfa.

7. Kategori (15 puan): Hiç okumadığınız bir ülke edebiyatından bir kitap okuyanlara.

Gecenin Çobanları, Amado, Engin Yayıncılık, 346 sayfa.

8. Kategori (20 puan): Sinemaya uyarlanmış bir kitabı okuyup filmini izleyenlere.

Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın, Jonathan Safran Foer, Siren Yayınları, 394 sayfa. 



9. Kategori (20 puan): Adında kış mevsimine ilişkin bir sözcük olan veya konusunda kış teması olan bir kitap okuyanlara.

Kış Bahçesi, Kristin Hannah, Pegasus Yayınevi, 512 sayfa.

10. Kategori (25 puan): Yasaklanmış bir kitap okuyanlara.


Bülbül'ü Öldürmek, Harper Lee, Altın Kitaplar, 367 sayfa .

11. Kategori (25 puan): Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk hakkında yazılmış bir kitap okuyanlara.

Bitmeyen Devlet Kavgası, İsmet Bozdağ, Truva Yayınları, 228 sayfa.


14. Kategori (30 puan): Okuma yazmayı öğrendiğiniz yıl ilk kez yayınlanmış bir kitap okuyanlara.


Leyleklerin Uçuşu, Jean-Christophe Grangé, Doğan Kitap, 302 sayfa.


2 Ocak 2014 Perşembe

16.50 Treni

Künye

Kitabın Adı: 16.50 Treni
Yazar: Agatha Christie
Yayınevi: Altın Kitaplar
Beğeni Puanı: 2

Acaba arsenikten bahsetmeli miydi, yoksa bahsetmemeli miydi? Ancak Alice'e bakınca bunu yapmamaya karar verdi. Alice'in dünyasında arsenik zehirlenmelerine yer olmadığını hissediyordu. Bu onun için yalnızca gazetelerde, dergilerde okunacak bir şeydi. Onun ta da ailesinin başına gelecek bir şey değildi. (S. 257)