Burası, yabancılara çay yapılan bir ülke değil. Camdan birbirlerine bakıp gülümsüyorlar. İyi niyet var. Söylenecek bir şey yok. (S. 16)
Thatcher söylemiş:
Elmaağacıelma
Ağacın gövdesi, kabuğu.
Rüya gören Alice.
Yiyen Havva.
(S. 37)
Bir heves dosyaları kapatıp çanta toplamaya girişiyorlar; olayın altı yaşında zil çaldığında yaşananlardan pek farkı yok. (S. 43)
En eski dostunuza böylesine berbat bir bıkkınlık vermek küçük düşürücü. Leah, onun ilgisini çekmek için eski isim ve yüzlerden bahis açacak kadar küçülüyor. (S. 74)
'Bana da hayatımı mahveden biri düştü.'
'Bunu kimse yapamaz, Tom. Bunu ancak sen başarabilirsin.'
(S. 148)
Karıncalar, ince bir çizgi halinde evyeden pencereye gidip geri dönüyor, sırtlarında yiyecek parçaları taşıyorlardı; ömür boyu çeşme suyu beklemediklerini gösteren bir güvenle hareket ediyorlardı. (S. 170)
Ailesiyle evsiz bir adamla konuştuğundan daha kısa ve sert konuşuyorsa, bu, yüce gönüllülüğünün sonsuz bir yücelik olmadığından ve stratejik olarak en çok ihtiyaç duyulduğu yerde uygulanması gerektiğinden kaynaklanıyordu. (S. 200)
Avukatlık yapacak, ailelerinde meslek sahibi olan ilk kişiler olacaklardı. Hayatın bir mesleğe atılmakla çözülebilecek bir problem olduğunu düşünüyorlardı. (S. 224)
Hafızasında bu yolculuğa hiç çıkmamış olması, gitmeye karar vermiş olması kadar önemli bir yer tutmuyordu. (S. 233)
Birilerinin unutma ihtimaline karşı, dünyanın en popüler TV dizisi haftada beş gün tekrarlanıyor. (S. 235)
Elena, mükemmel bir çakışı sıradan bir başarısızlığa tercih eden kadınlardandı. (S. 248)
İnsanlar insan değildi, sadece dilin yaptığı bir etkiydi. Onları bir cümlede yaratıp öldürebilirdiniz. (S. 274)
Mutluluk mutlak bir değer değildi. Bir karşılaştırma durumuydu. (S. 277)
Televizyondaki sosyal konut, onun oturup sosyal konutlarla ilgili programı izlediği sosyal konuttan kısmen daha kötüydü. (S. 292)
Şimdi bu kadar çok iş varken -hayatının özü işe dönüşmüşken- .... (S. 302)